Şehrine sahip çıkmayan bir toplumun parçası olmanın acizliği ve acısı içinde atıyorum adımlarımı. Sahi, doğa bizi neden böylesi korkutuyor? Yaşanan sel ve deprem gibi afetlerin ardından küçük bir çocuk gibi ağlayan yüreklerimiz nasıl da çabuk susuyor, unutuyor, gülümseyebiliyor? Hayat devam ederken öylece yürüyorum, kalabalıkların arasına…Nasıl yaşadığımıza bakıyorum.
Koca şehirde yer yokmuşçasına ilçelerde 8-9 kat, şehir merkezinde 12-15 kata yükselen binalarda nasıl yaşadığımıza bakıyorum. Şehirlerin benliğini yok ederek yaratılan yeni görünümlerine, çirkin beton yüzlerine alışmak söylemlerde mümkün değil. Ancak, pratikte Devlet “Deprem bölgesi olan şehirlerde bu kadar kat çıkamazsın” demiyor, bizler de “Ben bu apartmanda oturmam” demiyoruz. Konutların satıldığını gören inşaat firmaları ve müteahhitler daha yüksek ve çirkin bina yapma yarışına girmiş gibiler. El birliği ile an be an ölüyoruz.
Benimle yaşıt bir karar var oysa. Birleşmiş Milletler Stockholm Konferansında, kalkınma ve sanayileşme politikalarının doğurduğu çevresel sorunlara dikkat çekmek için 5 Haziran tarihi, “Dünya Çevre Günü” ve 5 Haziran sonrası devam eden hafta da “Dünya Çevre Haftası” olarak kabul edilmiş. Kutup bölgelerinden yağmur ormanlarına, Amerika`dan Asya`ya kadar, dünyanın dört bir yanında etkileri ortaya çıkan, tüm canlı varlığını tehdit eden felaketler yaşanırken; bu felaketlerin esas kaynağı olan insanlar çeşitli etkinlik ve somut olmayan söylemlerle kutlama yapacaklar. Enerji politikalarından kaynaklanarak çığ gibi büyüyen karbon salınımı atmosferde tehlike çanlarının çalmasına neden olurken, yapımına devam edilen nükleer santraller, artan kimyasal atıklar, kentlerin beton yığınlarına çevrilmesi, yeşil ve sulak alanların yok edilmesi, tarım alanlarının yapılaşmaya açılması, insan dahil olmak üzere birçok canlıyı, çevreyi ve kültür varlıklarını katleden çatışmalar, savaşlar, yeni çevre sorunlarına neden olacak uygulamalar ve daha birçok neden yok oluşumuzu hızlandırırken neyin kutlanılacağı ya da kutlamaların samimiyeti ise bana göre tam bir muamma.
Ülkemizi ve çevreyi birer “rant” aracı olarak gören anlayışa ancak bilim ve eğitimle karşı çıkılabileceğini hatırlatmak isterim. Çevre, doğa ve yaşam alanlarının talan edilmesine karşı doğal hayatın, tarihin ve kültürel varlıkların korunmasının; sürdürülebilir çevre politikalarının uygulanmasının yolu elbette önce vicdan ve samimiyetten sonra da farkındalık ve eğitimden geçiyor. Çarpık kentleşmeye son vermek, Toplu taşımaya yönelmek, Orman yangınlarına karşı önlem almak, Suları kirletmemek, Toprak erozyonuna karşı tedbir almak, Bilinçsiz ilaçlama ve gübrelemenin önüne geçmek, inşaatlar yapılırken yeşil alan kısmına önem vermek, Geri dönüşümü günlük yaşamımızın parçası haline getirmek de yapılabilecek şeylerden bazıları.
Çevreyi kendi yararı için kullanan çıkar çevrelerinin bir parçası olmak: insanla birlikte tüm canlıların yaşamını tehdit etmek demektir ki; içinde mutlaka sevdikleriniz de vardır… Dünya Çevre Gününüz Kutlu Olsun, çıkar çevreleri hariç!