Şu 10 Kasımda Yüce Atatürkü, onu kaybedişimizi anarken, geçmişte tarihin bir bölümünün karanlikta kalan, üstü örtülerek bırakilan kısmı bir incelemek düşünmek gerekir. Her ne kadar tarih yanıltılmış, gölgelenmiş olsa da, sanıldığı gibi Atatürk ve Ethem Bey gerçekten çok yakın dostlar ve fikir ikizleridir. Ethem Bey anavatanları olan Kuzey Kafkasyadaki Kurtuluş savaşlarını kaybetmelerinden sonra Yurdumuzu candan kendi vatanı olarak kabul etmişler ve onun bir daha kaybedilmemesi için canlarını dişlerine takarak mücadeleye başlamışlardır.
Yüce Atatürk ve Ethem Bey kurtuluşun padişah tarafında değil de,mücadele ile kazanılacağında hemfikirdirler. Ethem Bey, Atatürk daha Samsun yolunda iken, henüz yola çıkmadan Kurtuluş Savaşını Ödemiş ve Salihli cephelerinde çoktan başlatmıştı. Her iki komutan da Yunan işgalinin ancak silahlı bir mücadeleyle pişirilebileceğini çok iyi biliyorlardı, bilhassa Ethem Bey buna o kadar çok inanmıştır ki, kurtuluşun padişah tarafında olmakla olacağını sanan Anzavur güçleri ile yani kendi Çerkes karşıtlarıyla dahi mücadele etmiş ve onların bir kısmını da astırmıştır.
Tarih bir ilimse o zaman onun içinde akıl mantık ve gerçekler de olmalıdır. O gün kendiliğinden Kurtuluş Savaşında iki komutan ortaya çıkmaktadır, hiçbir Kurtuluş Savaşında toptan mücadelede iki lider 2 komutan olması mümkün değildir. İki başlı liderle, komutanla bir savaşın yürütülmesi ve kazanılması mümkün olamayacağını ilk önce Ethem Bey çok iyi anlamış, çok acı olarak Sahadan uzaklaştırılmasını kabul etmiştir.
Ethem Bey böyle bir liderlik mücadelesine girmesi durumunda Yunanistanın tamamen Anadolu’yu işgal edeceğini çok iyi bilmekte ve Yunanın durdurulabilmesi için kendisinin çekilmesinin daha uygun olacağı, bunu memleketin kurtulması için gerekli olduğuna candan inanmıştır. Ethem Bey bu toprakları, bu vatanı o kadar çok sevmiştir ki, istese de istemese de hain olabilecek bir karaktere asla sahip olmamış, bu vatan için kendini feda etmiştir. Eğer hain olabilseydi o gün en büyük asker-i güç olan Ethem Bey tüm karşı tarafları, tüm ayrılık taraftarlarını da arkasında toplayarak, hele bir de “ey ahali din elden gidiyor” deyiverseydi, arkasında İskenderin ordusundan daha güçlü bir orduya sahip olacak, önünde hiçbir güç onu durduramayacak, tüm Anadoluyu geçtikten sonra hatta doğudaki ülkelerden, orada yaşayan Türk toplumunun bulunduğu bölgelerden dahi toprak talebinde bulunabilecek bir güce rahatlıkla ulaşabilecekken en sadık askerlerine dahi Türkiye Büyük Millet Meclisi güçleri ile birleştirmiş ve mücadeleye bu şekilde devam edilmesini istemişti. Her ne kadar pek çok karanlık sebeplerden dolayı kendisi hainmiş gibi gösterilse dahi, buna başta Yüce Atatürk bile inanmamış Ethem Beye olan saygısı zihninde hep devam etmiştir. O kadar ki Almanyada tedavi gören Ethem Beye, bi-zaatihi Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisini göndererek her türlü yardıma hazır olduğunu hastane masraflarını kendisinin üstlenmek istediğini resmen büyükelçilik vasıtasıyla iletmiş ancak Ethem Bey çok gururlu bir insan olduğundan bu talebi reddetmişti. Ethem Bey geleceği okuyabilen bir kişiydi. Bir gün Ammanda dere kenarında son acı günlerinde köpeği ile beraber gezerken kendi kendine konuşmaya başlar, “bir gün öyle araştırmacı, öyle yazarlar çıkacak ki, benim gerçek hayatımı, ideallerimi ve görüşlerimi dile getireceklerdir” demiştir. Daha o günlerde sanki beni kasdetmişti.
“CUMHURİYETİN TEMEL TAŞLARI” belgesel kitabımda detaylı yazdım. Kurtuluş savaşımızın gerçek ve iki büyük yüce kahramanını Yüce Atatürkün ölüm yıldönümü ile her iki komutanı da burada bir kere daha hatırlar, her ikisine de mağfiret ve rahmet dilerim.